Ana Sayfa Arama Galeri Video
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

AV. Mehmet Çabuk yazdı: İmar affı ve ülkemizin deprem gerçeği

Ceza hukukunda, suçluyu topluma

Ceza hukukunda, suçluyu topluma kazandırma, tekrar suç işlenmesini önleme işlevi bulunduğu söylenen af, bana göre hukuka aykırı davranışların nedenleri ile değil, kolaycılığa kaçılarak sonuçları ile uğraşmanın bir ürünüdür. Bu nedenle kolaycı çözüm arayışındaki toplumumuzda sürekli olarak bir “af” düzenlemesi getirme ihtiyacı ve beklentisi bulunmaktadır.

Ancak, affın dönemsel olarak tekrarlanması toplumsal kuralları aşındırmakta, toplumda hukuka olan güveni zedelemekte, toplum yararına aykırı sonuçlar doğurmaktadır. Hatta söylentisi bile hukuka aykırı davranışları artırmaktadır.

Hukuki bir kavram olmaktan öte, toplumsal bir olguyu ifade eden imar barışı kavramı da, doğurduğu sonuçlar itibariyle esasen bir imar affıdır. “İmar barışı” kavramının kullanılması siyasi iradenin tercihinden başka bir şey değildir. 1990’lı yıllarda siyasilerin, halkın tepkisini çeken zam kelimesini söyleyemeyip, onun yerine fiyat ayarlaması demelerinden farklı bir şey değil aslında.

Kurallar rejimi olan demokrasinin ülkemizde gelişmesinin önündeki engellerden biri de “dönemsel af beklentisi” dir. Bu beklenti son yıllarda kanıksanmış ve hatta yerleşmiştir. Ceza affı, vergi affı, faiz affı, prim affı, sicil affı, disiplin affı ve nihayet imar affı.

Her af, toplumun kurallara uyan kesiminin hukuka ve adalete olan güvenini zedelediği gibi, kurallara uymayanların sayısını da gittikçe artırmaktadır.

Öte yandan, her af beraberinde sorunları da getirmektedir. En son 1984 yılında 2981 sayılı Yasa ile getirilen imar affının doğurduğu sorunlar Kıbrıs meselesine dönmüş, hala çözülememiştir.

2981 sayılı Yasa’ya ilişkin uygulamalarda olduğu gibi, imar barışının yaratacağı sorunların da uzun yıllar konuşulacağını, hukuki zeminde mahkemeleri meşgul edeceğini söylemek pek de abartılı olmaz.

1999 yılındaki büyük deprem deneyimini yaşayan ülkemizde yapı stokunun deprem gerçekliğine uygun olarak yenilenmesi, afet riski olan yerleşim yerlerinin sağlam zeminlere taşınması gerekmekte iken, 1984 yılından 34 yıl sonra getirilen imar barışı ile mevcut sağlıksız yapıların varlığının devamına yasallık kazandırılmıştır.

İmar affı düzenlemeleri esas itibariyle hukuka aykırı yapılaşmanın yasallaştırılmasıdır. 2981 sayılı imar affı kanununda hak sahiplerine yapı ruhsatı/yapı kullanma izni verilmesi ile sonuçlanan sürecin, 7143 sayılı Kanunda hak sahiplerine yapı kayıt belgesi verilmesi ile sonuçlandığı görülmektedir. Sonuçta her iki düzenlemede de mevcut hukuksuz ve sağlıksız yapılar korunmaktadır.

Bu kez de, devlet ile imar sorunu olan vatandaşları barıştırıyoruz söylemi ile projesi olmayan, hiçbir mühendislik ve yapı denetim hizmeti almamış on milyonun üzerinde kaçak yapıya, kendiliğinden veya olası bir deprem ile yıkılana kadar fiili kullanım hakkı sağlanmıştır. Türkiye’nin hemen her kentinde depreme bile gerek kalmadan durduk yerde, gerek inşaat aşamasında gerekse yoğun bir yağış sonrasında çöken yapılara ilişkin haberleri çokça izledik.

Bütün bunların biliniyor olmasına rağmen, deprem kuşağında olan ülkemizde depreme hazırlık konusunda gerekli adımların atılması, riskli yapı stokunun ciddi bir çalışma ile yenilenmesi gerekmekte iken mevcut sağlıksız yapılara belirli bir bedel karşılığında kullanma hakkı sağlanmasının ve bu suretle olası bir depremde yaşanacak can ve mal kayıplarının artmasının sorumluluğu devletin üzerindedir.

Bu bağlamda imar barışı düzenlemesindeki “Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.” hükmü de, imar barışı ile ülkemizin çirkin, çarpık ve depreme dayanıklılığı belirlenmemiş yapı stokunu kalıcı hale getirmiş olan devleti, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde temellenen, vatandaşlarına yaşam hakkı sağlama ve bu haklarını koruma yükümlülüğünden doğan sorumluluktan kurtaramaz.